Metinlerimiz
YARALI ASKERRevirde yarı baygın yatıyordu. O demirdenmiş sandığımız çevik asker yatağın soğuk demirinin bedeniyle temasından korkarak öylece savunmasız yatıyordu. Baş ucundaydı silahi ama uzanamıyordu. Onunla ölürüm dediği, şimdi ona o kadar uzaktı ki... Beyni ona türlü oyunlar onuyordu. her yenilgide biraz daha çalıyordu ümitsizlik çanları. Kulakları daha önce hiç rastlamadığı bir şiddetle çınlıyordu. Kim anıyordu onu acaba?
Yolunu gözleyen, kapıyla zilin her buluşmasında; büyük bir umutla kapıya koşan annesi mi?
Ya da içinde daha önce hiç rastlamadığı bir korkuyla her ana haber bülteninde 'Canım Oğlum' diye haykıran bir sesle babası mıydı? Ya sevdiği 'Ay 24' oldu mu sevinçle postanenin kapısına koşan, askerdeki yarısı ile birlikte sabaha şafak sayarak uyanan öbür yarısı mıydı?
Ama yaralı askerin hiç düşünemediği biri daha vardı. Beklenen davetsiz misafir... Biz misafirperver bir milletiz. Ama söz konusu o olunca kağanıveriyor o kapılar, sönüyor tüm ışıklar, çaydanıklardaki buharı göremiyoruz. Çaylar o esen soğuk rüzgarda buz gibi oluyor, ve hep bir ağızdan 'Evde yokuz' diyoruz... Ama ne fayda! Son perdesindedir hayatın artık ikisinden biri can verecek, biri alacaktır. İkisi de tamamlayacaktır böylece son görevini. Hasret gitme dedikçe, yorgun beden: ' Benden sana hayır yok diye haykırıp durur. Ve yaralı asker bedenine yorgun, kalbine yenik düşerek bırakıverir kendini sonsuzluğun kollarına...
Eylem SEZER
PARMAKLARIMIN UCUNDA BAŞLADI AYRILIK
Parmaklarımın ucunda kaldı teninin yumuşaklığı… Bedenimde süzülen ellerim sana dair her şeyi ayrılığın başladığı parmak uçlarımda sakladı… Biliyordum bir daha ellerim teninde özgürce dolaşmayacak, gözlerin bir daha aşkı anlatmayacak, bana gökyüzündün yıldız demetleri yapmayacaktın… Çünkü yıldızların hepsi parmak uçlarımda beni terk etti, en az gökyüzü kadar karardı yüreğim ve yalnızlık senin boşluğunu çoktan doldurdu… Senin ellerimi bıraktığın o yerde, ölüm çoktan sokaklarını doldurmuş, köşe başında benim gelmemi bekliyordu ve ne yazık ki ölüm bu sefer parmaklarının ucunda saklanmış bedenimi, kalbimi kaplamayı bekliyordu… Oysaki ne çabuk geçmişti şu geçmez dediğimiz zaman ve bugün uzaklardan hiçte böyle gözükmüyordu. Bu kadar soğuk ve karlı değildi en azından… Şimdi o zamanın içinde uçurumdan düştüğümü hissediyorum yüzüme hırçınca çarpan rüzgârdan… Ne söylersem söyleyeyim biliyordum söylerim adımlarının önüne duvar olmayacaktı, sen geri gelmeyecektin ve rüzgâr tenimi bu kez daha bir hırçınlıkla kesecekti… Ama onca şeye rağmen zaman ardından su gibi akıp gidiyordu, dünya hiçbir şey olmamış gibi dönüyordu ve insanlar nasıl olduklarımı bilmiyorlarmış gibi hala nasılsın diye soruyorlardı… Ve sen kimsenin beni üzemez dediğim kadar yıkıyor ve durmak bilmiyordun… Şimdi senden geriye sadece soğuk bir yatak, çıplak bir gökyüzü ve parmaklarımın ucunda kalan teninin yumuşaklığı kaldı… Şimdi senden geriye küçük yüreğimin söndüremeyeceği kadar büyük bir yangın kaldı…
Büşra BATIK